30 Kasım 2012 Cuma

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ- Khaled Hosseini


Everest Yayınları
Nisan 2012-15. Basım
Çeviren: Püren Özgören
  Meryem elleri dizlerinin arasında, kanepede yattı, camın önünde girdap gibi dönen, çevrilen tipiyi seyretti. Aklına Nana’nın bir keresinde söylediği şey geldi; her bir kar tanesinin, dünyanın bir yerinde haksızlığa uğrayan bir kadının ağzından dökülen bir ah olduğunu. Bütün bu iç geçirmeler gökyüzüne yükseliyor, bulutlar halinde toplanıyor, sonra minicik parçalara bölünüp sessizce aşağıya, insanların üstüne yağıyordu.
   Bizim gibi kadınların neler çektiğinin göstergesi, demişti. Başımıza gelen her şeye nasıl sessizce katlandığımızın.’ 

  Evet, yine Afganistan’dayız. Dedim ya, Uçurtma Avcısı’ndan sonra okumam şart olmuştu diye ( Bakınız 'Uçurtma Avcısı- Khaled Hosseini' adlı yazım). Okudum, zaten çok rahat ve hızlı okunabilen bir kitap Bin Muhteşem Güneş. Her ülkenin iniş çıkışları vardır ama okurken ‘Allahım, bir ülke bu kadar da mı şanssız olur ‘ diye düşünmeden edemiyorsunuz. Hosseini kalemini bu sefer Afganistan kadınlarına yöneltmiş. Fonda yine Afganistan’ın yakın tarihi var ama bu kez Taliban dönemine daha fazla zum yapmış.
 
  Kitap Meryem ile Leyla’nın öyküsüdür. Herat’ta zengin bir adamın evlilik dışı çocuğu olan Meryem annesi ile beraber şehir dışında bir kulübede yaşar, okula gönderilmez, sonra da  kendinden çok büyük bir adamla evlendirilerek Kabil’e gitmesi sağlanır. Böylece Utanç uzaklaştırılır.

  O sırada Meryem anlamamıştı. Harami –piç- sözcüğünün anlamını bilmiyordu. Buradaki haksızlığı ayrımsayacak, asıl suçlunun, tek günahı doğmak olan harami’yi dünyaya getirenler olduğunu bilecek yaşta da değildi. Yine de, Nana’nın sözcüğü söyleyiş biçimi , Meryem’i kuşkulandırdı; harami olmak çirkin, tiksindirici bir şeydi galiba; bir böcek, Nana’nın sürekli lanet okuduğu, kulübe’den süpürüp attığı, şu telaşlı karafatmalar gibi bir şey.

  Leyla ise Kabil’de derdi günü kızını okutmak olan aydın görüşlü , öğretmen bir babanın kızıdır. Ruslara karşı savaşmak üzere mücahitlere katılmış iki oğlu için taşıdığı endişeden kendini odasına kapatıp koyuvermiş annesinin görevlerini de üstlenmiş, babası ile dayanışarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Komşu oğlu , tek bacaklı Tarık’la ise birbirlerini sevmektedirler.

  ‘Ama doğru, diyor oğlana.Kumların sürtünürken çıkardığı ses bu. Dinle. O da dinliyor.Kaşlarını çatıyor.Bekliyorlar. Ve yine duyuyorlar. Rüzgar hafiflediğinde, iniltili bir ses; şiddetlendiğinde, ağlayan, tiz sesli bir bebekler korosu.’

  Taliban’ın iktidarı ele geçirmesiyle, ülke iyice savaş alanına dönecek, özellikle kadınlar için getirilen kurallar yaşamı dayanılmazlığa doğru götürecektir. İki kadının kaderi Kabil’de yaşadıkları sokakta çakışacak, birbirlerine dayanarak omuz omuza yaşamlarını sürdürmeye çalışacaklardır.
Taliban döneminde yaşananları tahmin etmek çok zor değildir artık. Kadın çocuk bombayla parçalanan bedenler, katliamlar, işkenceler, kızlara yasaklanan okullar, erkeksiz kalan evler, çalışması yasaklanan kadınlar, bu yüzden çocuklarını yetimhaneye teslim etmek zorunda kalan analar, 'bir elde süt şişesi, ötekinde silahla yürümeyi'  öğrenenler...

  Ancak , bu kitap hakkında söylemem gereken şu ki kadersiz  bir ülkede güzel bir konu üzerinde kurgulanmasına karşın bende yazarın ilk kitabı ‘Uçurtma Avcısı’nın yaptığı etkiyi yapmadı. Sanki bir çalakalemlik  var gibi hissettim. Belki de beklentim yüksekti , bilmiyorum.  
Buda heykeli
2001 yılında Taliban tarafından
yıkılan Bamyan'daki Buda heykeli
 
Kitapta, insanlara uygulanan vahşet bir tarafa, Taliban iktidarının dünya miraslarına karşı yapılmış katliamı da var. Bamyan’daki yüzlerce yıllık dev Buda heykellerinin put diye yıkılması bunlardan bir tanesi. Geçmişte gazetelerden içim acıyarak okuduğum bu olayla kitapta tekrar karşılaştım.

  Leyla ta 1987’de , Babi ve Tarık’la iki Buda’dan daha büyük olanın tepesinde durdukları günü anımsadı; tatlı bir esinti güneşin vurduğu yüzlerini yalarken, altlarındaki vadide daireler çizerek uçan atmacaları seyretmişlerdi.Ama heykellerin havaya uçurulduğunu öğrenince , Leyla tam anlamıyla kayıtsız kaldı. Artık ne önemi vardı ki? Kendi hayatı tepetakla yuvarlanır, toz duman arasında yıkılırken, heykelleri nasıl dert ederdi?’

  Yine de Afganistan ve onun yerel zenginliklerini tanımak ve orada yaşananlar için okumak gerek derim. İnsan bazen bazı şeylere empati bile yapmaya dayanamıyor...

  Ünlü Afgan Şair Halilullah Halili'yi  (1907-1987) de bu kitaptan öğrendim. Seçme şiirleri Sami C. Onaran tarafından Türkçe'ye çevrilip 'Pervaneler Meclisi'  adıyla yayımlanmış. Peşine düştüm.Aşağıdaki alıntılar internetten...

ZULÜM ŞAHİNİ
Ey Tanrım, Kulların daha ne kadar Acı çekecekler?
Yaşlıdan ve gençten Daha ne kadar kan dökülecek? Bütün çarpışmalar, Ve öldürmeler,
Ve parçalamalar,
Ne zaman zulüm şahininin Kanatlarını yolacaksın?

ÜMİT MUMU
Acıyla kıvranan, sesi kısık tek başına bir öksüz,
Birden bire haykırdı çölün ortasından,
Bir gün eğer bir vahaya ulaşmak istersen,
Elindeki ümit mumunu kaybetmemelisin.

1 yorum :

  1. Mrb.. Asil'cim.... özetlerindeki anlatım... okuduğumuz kitabı bile birkez daha okumak için müthiş bir istek uyandırıyor...yine çok güzel .. tşk.ler.. Seyhan

    YanıtlaSil