Klasikler yeniden!
Temmuzda Kuşadası’dan dönerken Hamdiye’den yürüttüm. O kadar zaman önce
okumuşum ki bazı yerlerini okudukça anımsadım. Nataşa , Piyer , Andrey eski
dostlar olarak tekrar hafızama geldi. Tolstoy’un klasikler klasiği bu eseri
gene derin izler bırakarak geçti gitti.
Tarihe olan merakım Savaş ve Barış’ı benim için daha çekici
kılıyor. Tarih sahnesi bir insanın
hırsının mal olduğu yaşam sayıları ile dolu. Napolyon, Hitler, Enver Paşa ilk
aklıma gelenler. İşte onlardan biri olan Napolyon’un Ruslara karşı yaptığı
anlamsız savaşın destansı öyküsü bu kitap.
Ben burada kitapla ilgili bir özet yapmayacağım. Çok biliniyor ve
yazılıyor. Belki bir iki alıntı...
‘Prens Andrey:
-
Esir almamalıyız, dedi. Sadece bu değişiklik bile savaşın bütün görünüşünü
değiştirip, onu daha ehli bir hale getirdi! Ama savaşta oyun oynamak aşağılık
bir şey; asalet oyunu ve benzerleri de aynı derecede kötü şeyler. Bu asalet ve
duygusallık, kesilmekte olan bir koyuna bakamayan bir hanımefendinin asalet ve
duygusallığına benziyor. O kadar yufka yüreklidir ki kan görmeye dayanamaz, ama
salçalı eti iştahla yer. Savaş kurallarından, ateşkes bayraklarından,
yaralılara karşı yüce gönüllü davranmaktan bahsedilir. Bütün bunlar boş ve
saçma laflardır. 1805’te yeteri kadar ateşkes bayrağı ve şövalyelik örneği
gördüm. Durmadan, onlar bizi biz onları aldatıyorduk. Başkalarının evlerini
yağma eder, sahte para basar, hepsinden beteri çocuklarımı babamı öldürür,sonra
savaş kurallarından , düşkün bir düşmana karşı iyi davranmaktan bahsederler.
Esir almak yok! Öldürmeğe ve ölüme gitmek var! Aynı acıları çekerek, benim gibi
düşünmek zorunda kalan bir insan...’
.........
.........
‘Napolyon
bu yabancı şehrin görünüşü ve kendisine tanıdık gelmeyen mimarisi karşısında,
insanların kendilerine yabancı olan dünya nimetleri karşısında duyduklarına
benzer bir gıpta ve kıskançlık duydu. Bu şehrin coşkun bir yaşantı ile dolup
taştığına şüphe yoktu. Canlıyı cansızdan ayırt eden o şaşmaz belirtiler,
Napolyon’a Poklonny tepesinden, şehrin kalp atışlarını hissettiriyor ve
imparator, bu büyük, bu şahane varlığın nefes alışını fark ediyordu. Moskova’ya
bakan her Rus, onun ana olduğunu hisseder. Onun analığından habersiz her
yabancı ise ona bakarken, şehrin dişiliğini hisseder. Napolyon da bunu hissediyordu.’
..........
..........
‘Düşman
işgaline uğrayan bir şehir , namusunu kaybeden bir kıza benzer ,diye
düşünüyordu. Bu Smolensk’de Tuçkov’a söylediği cümle idi. Bu düşünceyle
karşısında ilk kez uzanan bu doğulu güzele bakıyordu. Uzun zamandan beri
istediği, hiçbir zaman olmayacağını sandığı bu arzunun gerçekleşmek üzere
bulunması ona inanılmaz gözüküyordu. Parlak sabah ışığında,bir karşısındaki
şehre, bir önündeki plana bakıyor, plan üzerindeki ayrıntıları inceliyor ve
onun kendisine ait olacağı anın yaklaştığını hissederek hem heyecan hem korku
duyuyordu.’
...........
...........
‘…Evet,
Moskova içinde yaşayanlar tarafından yakıldı, bu doğrudur, ama içinde kalan
halk değil, onu terk eden halk tarafından yakıldı. Moskova düşman işgalinden ,
Berlin, Viyana ve diğer şehirler gibi sağlam çıkmadı çünkü bu şehrin halkı,
ötekiler gibi düşmanı , anahtar, ekmek ve tuzla karşılayacakları yerde , şehri
terk ettiler.’
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder