11 Kasım 2012 Pazar

SAVAŞ VE BARIŞ- Lev Tolstoy


Klasikler yeniden!

   Temmuzda Kuşadası’dan dönerken Hamdiye’den yürüttüm. O kadar zaman önce okumuşum ki bazı yerlerini okudukça anımsadım. Nataşa , Piyer , Andrey eski dostlar olarak tekrar hafızama geldi. Tolstoy’un klasikler klasiği bu eseri gene derin izler bırakarak geçti gitti.

  Tarihe olan merakım Savaş ve Barış’ı benim için daha çekici kılıyor.   Tarih sahnesi bir insanın hırsının mal olduğu yaşam sayıları ile dolu. Napolyon, Hitler, Enver Paşa ilk aklıma gelenler. İşte onlardan biri olan Napolyon’un Ruslara karşı yaptığı anlamsız savaşın destansı öyküsü bu kitap.

  Ben burada kitapla ilgili bir özet yapmayacağım. Çok biliniyor ve yazılıyor. Belki bir iki alıntı...

 

  ‘Prens Andrey:

- Esir almamalıyız, dedi. Sadece bu değişiklik bile savaşın bütün görünüşünü değiştirip, onu daha ehli bir hale getirdi! Ama savaşta oyun oynamak aşağılık bir şey; asalet oyunu ve benzerleri de aynı derecede kötü şeyler. Bu asalet ve duygusallık, kesilmekte olan bir koyuna bakamayan bir hanımefendinin asalet ve duygusallığına benziyor. O kadar yufka yüreklidir ki kan görmeye dayanamaz, ama salçalı eti iştahla yer. Savaş kurallarından, ateşkes bayraklarından, yaralılara karşı yüce gönüllü davranmaktan bahsedilir. Bütün bunlar boş ve saçma laflardır. 1805’te yeteri kadar ateşkes bayrağı ve şövalyelik örneği gördüm. Durmadan, onlar bizi biz onları aldatıyorduk. Başkalarının evlerini yağma eder, sahte para basar, hepsinden beteri çocuklarımı babamı öldürür,sonra savaş kurallarından , düşkün bir düşmana karşı iyi davranmaktan bahsederler. Esir almak yok! Öldürmeğe ve ölüme gitmek var! Aynı acıları çekerek, benim gibi düşünmek zorunda kalan bir insan...’
......... 

‘Napolyon bu yabancı şehrin görünüşü ve kendisine tanıdık gelmeyen mimarisi karşısında, insanların kendilerine yabancı olan dünya nimetleri karşısında duyduklarına benzer bir gıpta ve kıskançlık duydu. Bu şehrin coşkun bir yaşantı ile dolup taştığına şüphe yoktu. Canlıyı cansızdan ayırt eden o şaşmaz belirtiler, Napolyon’a Poklonny tepesinden, şehrin kalp atışlarını hissettiriyor ve imparator, bu büyük, bu şahane varlığın nefes alışını fark ediyordu. Moskova’ya bakan her Rus, onun ana olduğunu hisseder. Onun analığından habersiz her yabancı ise ona bakarken, şehrin dişiliğini hisseder. Napolyon da bunu hissediyordu.’
.......... 

‘Düşman işgaline uğrayan bir şehir , namusunu kaybeden bir kıza benzer ,diye düşünüyordu. Bu Smolensk’de Tuçkov’a söylediği cümle idi. Bu düşünceyle karşısında ilk kez uzanan bu doğulu güzele bakıyordu. Uzun zamandan beri istediği, hiçbir zaman olmayacağını sandığı bu arzunun gerçekleşmek üzere bulunması ona inanılmaz gözüküyordu. Parlak sabah ışığında,bir karşısındaki şehre, bir önündeki plana bakıyor, plan üzerindeki ayrıntıları inceliyor ve onun kendisine ait olacağı anın yaklaştığını hissederek hem heyecan hem korku duyuyordu.’
........... 

‘…Evet, Moskova içinde yaşayanlar tarafından yakıldı, bu doğrudur, ama içinde kalan halk değil, onu terk eden halk tarafından yakıldı. Moskova düşman işgalinden , Berlin, Viyana ve diğer şehirler gibi sağlam çıkmadı çünkü bu şehrin halkı, ötekiler gibi düşmanı , anahtar, ekmek ve tuzla karşılayacakları yerde , şehri terk ettiler.’

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder