16 Kasım 2012 Cuma

SARI YAZMA (Rıfat Ilgaz) ile Cide



Ağustos-2012 Cide
Cemal Öğretmen ile birlikte
  Yirmi beş yılı aşkın süreyle, zorlu patronları olan iki ayrı özel bankada omuz omuza çarpıştığımız pardon çalıştığımız sevgili arkadaşım Filiz bu yazın şeker bayramını annelerinin İnebolu’daki köylerinde  geçirmemizi söylediğinde ilk tepkim ‘Yaşasın, Cide’ye de uğrarız’ demek oldu. Filiz anlamadan bakınca, kaç yıldır ziyarete açılan Rıfat Ilgaz’ın evine gitmeye niyetlendiğimi ama bir türlü olmadığını söyledim. ‘Hiç şansın yok’ dedi Filiz. ‘Dört günlük bayramın iki günü yollarda geçecek. Dolu dolu iki günümüz kalıyor. Cide yolu zor bir yol. Oraya başka zaman gideriz.’ Gruptaki yaşıtlarım arasında tek emekli olduğum için çalışanların dinlenme hakkına saygı göstererek naçar kabul ettim. Ama Cide’ye uğradık, hem de iki kere. Yani, bir şeyi içten isteyin de  Allah yapmasın, mümkün mü? 

 
  Ağustos’un ortasına rastlayan Şeker Bayramı bizim gibi tüm İstanbullular için de tatil fırsatıydı ve herkes arabasıyla yola düşmeğe kalktı. Sonra da kimse yola düşemedi tabii. Ne kadar erken yola çıkarsa çıksınlar trafik felaket bir şekilde kilitlendi ve arabalar olduğu yerde kaldı. Allahtan Filiz radyo anonslarını dinleyip Şile yoluna saptı da en azından arabası yürüdü. Normalde taş çatlasın iki buçuk saat sürecek Kocaali’ye –Sakarya’nın Karadeniz kıyısındaki  bir ilçesi- vardıklarında aradan tam beş saat geçmişti. Buluştuğumuz da Bolu yolunun da aynı şekilde olduğunu öğrenince arabaları vurduk sahile. Gerede üzerinden öğleden sonra saat ikide varmayı planladığımız İnebolu’ya tüm Batı Karadeniz sahilini izleyerek akşam saat dokuzda ancak varabildik. Zoraki yolculuğumuz ise Karadeniz’in ilahi güzelliği karşısında tam bir görsel şölene dönüştü . Viraj, viraj, viraj dağların tepelerine çıktık. Gene viraj viraj kıyılara indik. Sonra gene dağlar. Sonra gene Karadeniz. Güneş muhteşem battı. Karadeniz kıpkızıl oldu. Köyde bizleri endişeyle bekleyip  telaşlanan Bülent Amcayla  Sezer Teyzeye ulaştığımızda tüm yorgunluğumuza karşın çok keyifliydik.  
Rıfat Ilgaz Müzesi-Cide


  Dönüş zamanı gelince de aynı trafik felaketine uğramamak için gene sahilden dönmeyi seçtik ve Bülent Amcayı telaşlandırmamak için gelirken hayran kalarak geçtiğimiz Cide’ye bu sefer uğradık. Rıfat Ilgaz’ın evini ararken bisikleti ile yanımızdan geçen altmışlık bir delikanlıya yolu sorduk. Doğru yoldaymışız ve hemen birkaç ev önümüzdeymiş. Vardığımızda bir de baktık bisikletini parmaklıklara dayamış bizi bekliyor. ‘Adım Cemal,  Rıfat Ilgaz arkadaşımdı’ dedi, ‘yabancısınız ,sizi gezdireyim diye bekledim’. Hey, gözünü sevdiğim Anadolu, ben seni sevmeyeyim de neyi seveyim! Ilgaz yaşasaydı yüz yaşını geçmiş olacaktı , bayağı yaş farkı olan bir arkadaşlık demeye kalmadı, 1952 Gölköy Köy enstitüsü mezunu olduğunu öğrendiğimiz Cemal Öğretmen yaşının seksenin üzerinde olduğunu söylemez mi? Hayretten açık kalan ağzımızı elimizle iterek kapatmamız gerekti. 

  Cemal Öğretmen'in eşliğinde ,bundan birkaç sene evvel onarılan, içine çalışma masası, giysileri, kitapları gibi özel eşyaları konarak müzeye çevrilen Rıfat Ilgaz’ın evini gezmek tam bir keyifti. Özellikle grubumuzdaki 14-23 yaş arası dört genç için çok iyi oldu. Ne kadar anlatırsanız anlatın görsellik de farklı bir boyut. Hepsi, biz hiçbir şey demeden tatilin rehavetinden sıyrılarak ciddileşti ve Ilgaz’ın hak ettiği ilgiyi vererek evi dolaştı. 

  Cide'de, son birkaç yıldır Ilgaz’ın vefat tarihi olan 7 Temmuz’da ( Ilgaz,2 Temmuz 1993’teki Madımak olaylarından hemen sonra 7 Temmuz 1993’te vefat etti)  ‘Rıfat Ilgaz Sarı Yazma Kültür ve Sanat Festivali’ düzenleniyor. İşte benim emekli olduğumdan beri gitmek isteyip de bir türlü gidemediğim festival de buydu. Festivale gene gidemedim ama 19 yıl evvel yine bir Karadeniz gezisinde transit geçtiğimiz Ilgaz’ın sevgili Cidesini görmek bu sene kısmet oldu. 

Çınar Yayınları
Nisan 1994-5.Basım
  Sarıyazma’ya sıra gelene kadar neler de anlattım. Sarıyazma, Ilgaz’ın kırklı yaşlarına kadarki bölümü yazdığı kendi yaşam öyküsü. Bitmekte olan bir imparatorluğun son dönemlerinde,  1911’de doğan yazar yetmişli yıllarda kentine geri döner ve Cide’de başlayan yaşam öyküsünü geriye dönüşlerle anlatır. Neler yoktur ki bu öyküde. 
 
   Cide vardır.
  ‘Cideli hiçbir zaman Karadeniz’e ısınamamıştır. Bütün kötülükler hep denizden gelmiştir ona. Bu yüzden deniz kıyısına Cideli , köy bile kurmak istememiştir. Cide köyleri hep içerlek hep yamaçlarda… Yalnız görünümüyle yetinmiş denizin, nimetlerinden kaçmakta yarar görmüş.’

  Çocukluğunu bir yerde geçirmenin anlamı vardır.
  ‘Cide benim bütün sorunlarla yüz yüze geldiğim bir ortamdı. Soya çekim kuralları kişiyi ne kadar zorlarsa zorlasın, alınan eğitim çocuğu ne kadar geliştirirse geliştirsin, çevrenin etkisi sınırsızdı, kişiliğin biçimlenmesinde. Kişiliğimi biçimlendiren etkenler, kuşkusuz bu ortamdan gelmişti. Cide eşsiz doğası, toplumsal oluşumu, tarihsel değişimi ile beni yoğurmuş, bugünkü duruma getirmişti. Bir kişi için ana dili neyse, ilk edindiği ana toplum bilim de oydu, onun kadar belki ondan da önemliydi bence. Coğrafyada nasıl bir Karadeniz varsa Anadolu kıyıları da vardı. Bu kıyılarda kendine özgü bir yaşayış tutturan bırakılmış, unutulmuş yolsuz bakımsız bir Cide vardı ve ben ne olursam olayım bu fakir memleketin bir ürünüydüm. On üç yaşımdan sonra elime ne geçtiyse bu kıyılarda bu zengin doğa içinde bu fakir kalmış kesimde sırtladığım dağarcığımın içine atmıştım. Biliyordum ki sırtımdaki ne bavuldu, ne çanta, belki daha çok Kurtuluş Savaşı’na gidenlerin taşıdıkları üstü pöstekili ak torbalardandı…İçinde ne olursa olsun oradan oraya taşımıştım.’ 

  Sonra Sarıyazma;
  Kadınlar, giyinişlerinde altmış yıllık alışkanlıklarından hiçbir şey yitirmemişlerdi. Sarı yazma geleneği sürüp gidiyordu bütün çekiciliğiyle.’
  ‘Beni sevindiren bu görünüm, bir geleneği titizlikle sürdürüp gitmenin güzel bir belgesiydi. Başlarında bellerine kadar sarkan sarı yazmalar, allı morlu önlükler,  kırmızı paçalıklar tertemiz yepyeniydi.’ 

  İki dünya savaşı, Kurtuluş Savaşı, Kurtuluş Savaşı şenlikleri, Halime Kaptan adıyla kitaplaştırdığı Rahime Kaptan, çocuğunun üzerindeki yadsınamaz etkisi ile sevgili bir baba, tuz mağazası, ilkokul, yanında Faruk Nafiz Çamlıbel ile Anadolu’daki okulları görmeye çıkan maarif vekili Mustafa Necati, Çamlıbel’in küçük Rıfat’ın ‘Sazını Çalana’ adlı şiirini okuması, kalabalık aile, yokluk, yokluk, yokluk, ciğerlerine yapışıp çıkmak bilmeyen verem belası, hastaneler, sanatoryumlar, Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki öğretmenlik hayatı, ilk aşk,  evlilikler, çocuklar, çocuğunun doğumunda hastaneye portakal getirebilmenin mutluluğu, yıllar sonra tekrar karşılaşılan ilk aşk, siyasal bilincin gelişimi, yazdıklarından dolayı artık ikinci evi haline gelmiş hapishaneler, ülkemizde iki yüz yıldır süren ileri geri kavgasının o yıllardaki durumu, tekerrür eden tarih, arkadaş çevresi, Aziz Nesin’ler, Sabahattin Ali’ler, yazdıkları, gazeteler, dergiler, Markopaşa.
 
  Ve okurken hepsinin arkasında fark ettiğiniz o direngen ruh!
  Ve bütün çekilenlere karşın ‘sımsıcak’ bir son!

4 yorum :

  1. ASilciğim çok güzel bir yazı... Benim için özel oldu.. Bir; İnebolu'ya çok gitmek istiyorum, benim baba tarafımın kökenleri oralardan, dinlemiştim gidenlerden yollarıve panoramayı şimdi sen yaşattın bana... İki; Rıfat Ilgaz var işin içinde kaçmamalı benden, Sarıyazma'da öyle...ÜÇ; öyle akıcı, öyle tasvirlerle yazmışsın ki bayram yollarını o kısım da kendi başına bağımsız bir deneme olmuş, bir solukta okudum. Tebrikler arkadaşım.... Okumaya ve de tabii ki yazmaya devam... İMZA:SÜOF_
    İşletme'80'e Sızma...

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler sevgili Sızma, Karadeniz benim için de çok özel , gidersen anılarını beklerim.

    YanıtlaSil
  3. AsıLcım ellerın dert gormesın keyıfle okudum. Nurdan

    YanıtlaSil