30 Ekim 2012 Salı

HABABAM SINIFI (Rıfat Ilgaz) ile Fatih.

1964 yılında fasikül halinde yayımlanan
Hababam Sınıfı'nın birinci fasikülü.
Turhan Selçuk'un çizgileriyle
25 Temmuz 1956 tarihli Dolmuş dergisinde ilk öykü yayımlandı.
Mayıs 1957'de öykülerden bir kısmı ilk defa bir kitapta toparlandı.
Bugüne kadar sayısız baskı yaparak binlerce kişiye ulaştı.


 
  Hababam Sınıfı’nın ben de çok hikayesi vardır. Lisedeyken bayılarak okuduğum Rıfat Ilgaz’ın bu tadına doyumsuz eserini kime sorsam ‘filmini gördüm’ diye yanıt alırım. Filmine söyleyeceğim bir şey yok. Pek çok kitabın filmi, arkasında kitabı olmadan çok hoşuma gidebilecekken, kitabını okumuşsam her zaman bir düş kırıklığıdır.  Hababam Sınıfı bu konuda beni en az mutsuz eden olarak bir istisna teşkil eder. Her ne kadar filmi ilk seyrettiğimde beni şaşırtan, kitapta olmayan karakterler, olaylar  eklenmiş olsa da o, Münir Özkul, Kemal Sunal, Adile Naşit’leriyle kendi başına bir kült olmayı başarmıştır bence. Film, bütün ekonomik kazancına karşın Rıfat Ilgaz tarafından yapımcılarının mahkemeye verilmesini engelleyememiştir. Yapılan değişiklikleri sanata ve sanatçıya büyük saygısızlık sayar büyük usta Ilgaz. 


  Şube müdürlüğümün orta dönemlerinde otuz kişilik bir şubede hedeflerle ilgili toplantı yapıyordum. Konuşmamın sonuna doğru, ekonomik kriz yorgunu çalışanlara biraz espri katmak için ‘Hadi şimdi Hababam Sınıfı’nın yeminini edelim ’ dedim. Herkes bana baktı, ‘kitabı okuyan yok mu?’ dedim ve klasik cevabı aldım. ‘Filmini gördük’. Ama filminde Hababam Sınıfı’nın yeminini hiç kullanmamışlardı ki.  Neyse, yerime oturdum, sonra birden kalktım ve üç  katlı şubeyi dolaşarak internete bakmalarına fırsat vermeden  Hababam Sınıfı’nın yazarını sordum. Tek kişi bile bilemedi. Sorduklarım arasında güvenlik görevlisinden, ülkemizin en mutena üniversitelerinden mezun bilmem kaç mastırlı, bilmem kaç dil bilenlere kadar her kademeden eleman vardı. Defalarca seyrettikleri filmin kimin eseri olduğunu bir kez olsun merak etmemişlerdi. Haksızlık etmeyeyim, iki kişi dışarıdaydı ve bunlardan biri sıkı kitap okurdu. Onları test edemedim. Çünkü onlar şubeye dönene kadar içerdekiler tedbiri alıp, bu çatlak müdürle ilgili  durumdan onları haberdar etmişlerdi. Bundan sonra ne yaptığımı belki ilerdeki yazılarımdan birinde anlatırım. 
 
  Şimdi, Temmuz ayına Kuşadası’na Hamdiye’nin yazlığına  dönelim  (Bakınız. 'Wilhelm Tell (Giyom Tell)- Mario Giussani ile Derya' adlı yazım ). Bu sene yazın tanıştığım ikinci genç, kitap okuru Fatih’i ,bir akşam yürüyüşten dönerken , Yaşar Amcasının verdiği görevle Hamdiyelerin balkonunda otururken bulduk. Hamdiye ve Yaşar’ın komşularının torunu olan, on yedi yaşındaki Fatih, Ödemiş’te oturuyor ve orada liseye gidiyor. Lise son sınıfta ve önümüzdeki yıl üniversite sınavlarına girecek. Gene laf lafı açtı ve konu kitaplara geldi. Fatih’in kitaplarla ilgili hikayesi ilginç. Bir sene önceye kadar yani on altı yaşına kadar doğru dürüst kitap okumazmış. Derken geçen sene okul değiştirmiş, hem yeni okulu hem de okulundaki İngilizce öğretmeni Fatih’in üzerinde nasıl bir etki yapmışlarsa Fatih kitap okumaya başlamış. Karın altından çıkan kardelenler gibi orda burada ortaya çıkan bu elleri öpülesi öğretmenlere derin bir minnet duyarım. Tahminen benden çok gençtirler, ancak bu ellerinin öpülmesi gerektiği gerçeğini değiştirmez.

  Fatih, yaz için kendisine dört kitap ayırmıştı. Tutunamayanlar, Alamut Kalesi, Sofi’nin Dünyası ve Piraye. Fatih’e bir sene önce daha etkin okumaya başladığı için Tutunamayanlar’ın ağır kaçabileceğini söyledim. Çok kararlıydı Fatih, öğretmeni bu kitabı sekiz kere okumuş ve hepsinde de farklı anlamlar çıkarmıştı ve çok merak ediyordu. Kuşadası’nda kaldığım kısa sürede Fatih’le de kitaplardan ve filmlerden bol bol konuştuk; kitap okuyan gençlerin sanırım bir sorunları var, ülkemizde sayıları az olduğu için okuduklarını paylaşacak kişilere çok rastlamıyorlar, rastlayınca da yaşı ne olursa olsun konuşmak hoşlarına gidiyor. Fatih’in ayrıca sinema merakı vardı ve güzel bir koleksiyona sahipti, bana indirdiği filmlerden cd’lere aktarıp verdi ki içlerinde bir yığın seyretmediğim vardı. Bu da bana güzel oldu.

    Bir ara konuşurken aklıma geldi. Hababam Sınıfı’nı kimin yazdığını sordum. Hiç duraksamadan ‘Rıfat Ilgaz’ diye cevap verdi. Nasıl mutlu olmuştum. Hayır, daha okumamıştı. Ama söz verdi, okuyacaktı, hem de Hababam Sınıfı sözü.
-H… m… h… olsun mu?
 
 Ekleme: Yazımı bitirdikten sonra Hababam Sınıfı’nı yaklaşık 36-37 sene evvel okuduğumdan  yeminini doğru hatırlayıp hatırlamadığımı bakmak için 2011 basımı bir Hababam Sınıfı’na göz atayım dedim. İş Bankası’nın yayımladığı bu basımda, girişte kitabın yazılış öyküsü yazarının ağzından yer alıyor. Okumanızı tavsiye ederim. İlk baskısı 1957 yılında yapılmış olan kitabın basılma hikayesi de tam hababamlık. Kitabın çeşitli yayımları sırasında yazarını mutsuz eden olaylar da yok değil. Benim yıllar önce hangi baskısını okuduğumu hatırlamama imkan yok. Onca okunma ve taşınma sonrası kitabın parça parça olduğunu anımsıyorum sadece. Neyse kitabın başlarında olduğunu hatırladığım yemine, bir de Hababam Sınıfı’nın marşına üçte bire yaklaştığım halde bir türlü ulaşamadım. İnternet hazretlerine müracaat etmeden önce kız kardeşimi aradım. Aramızda çok az yaş farkı olduğu için kitapları aynı zamanda okurduk. ‘Hababam Sınıfının yeminini hatırlıyor musun?’ diye sordum. ‘Tabii’ dedi ve tak diye söyledi. ‘Peki marşı?’ dedim. ‘Entrike kuşe ule rule’ diye başladı. ‘Haydi hoppa zımuşule’ diye devam ettim. Oh, rahatlamıştım. Demek böyle bir şeyin varlığını doğru hatırlamışım. İlerlemeye devam ettim ve buldum. Ancak, benim hatırladığım ‘yemini’ yerine ‘küfrü’ olarak geçiyordu. İnternetteki garip addaki sözlüklerden birinde de küfrü olarak geçiyor. Zaten söyleniş şeklide küfre daha yakın. Artık, benim okuduğum baskıda mı öyleydi, yoksa hafızamda mı öyle kaldı bilmiyorum ama ben yukardaki yazıyı değiştirmedim.

7 yorum :

  1. Asilciğim senin yazını da en az Hababam Sınıfı'nı yaklaşık kırk yıl önce okurken duyduğum keyifle okudum... Ne mutlu bana ki Rıfat Ilgaz ile tanışmak ve iki ayrı zamanda akşam yemeğinde buluşmak şansım olmuştu 1982-83 yıllarında... Sohbeti de çok keyifliydi.

    Tüm yazılarını henüz okuyamadım. Okuduklarımı çok beğendim,ayrı bir lezzet ve geniş mesajlar içeriyor yazıların kitap yorumları ötesinde... Kalemin çok akıcı ve güçlü.. Paylaşımların için teşekkürler... Yola devam arkadaşım.. Sevgiler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne şans Büyük Usta ile tanışmak. Ben de isterdim doğrusu. Ne güzel şeyler yazmışsın arkadaşım, çoook teşekkürler.

      Sil
  2. Kendin gibi yazılarında da akıcılık, sadelik, içtenlik, duyarlılık... olağanüstü. Sen nasıl mükemmel,güzel bir insansın. Bu yazının devamı olarak bu yıl birlikte ziyaret ettiğimiz Rıfat llgaz'ın doğduğu evi ve Cide ile ilgili yazını da merakla bekliyorum. Umuyorum ve diliyorum ki bu bloğunu binlerce,onbinlerce gencimiz okuyordur, okuyanlar da eminim ki gelecekleri için onlara bir mum yaktığını farkındalardır. Yolun açık olsun arkadaşım.İçtenlik dolu sevgilerimle

    Filiz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne diyeyim Filiz'cim, binlerce teşekkür,okurken yüzüm kızardı valla. Sayende gerçekleştirdiğimiz muhteşem Cide yolculuğunu yazdım sonunda. Daha nice yirmi beş yıllara diyelim...

      Sil
  3. yazıya söylenecek söz bulamıyorum;ama şunu sölemeden geçemiyceğim sizin gibi biriyle tanıştığım için gerçekten kendimi şanslı hissediyorum umarım en yakın zamanda bir daha görüşme fırsatımız olur

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Fatih, bu yazı için, seni tebrik eden bir yığın e-mail aldığımı bilmeni isterim. Yolun açık olsun genç arkadaşım...

      Sil
  4. çok yıllar önce okumuştum, anılarımı canlandırdı, çok sağol. Tekin.

    YanıtlaSil