19 Haziran 2014 Perşembe

İSTANBUL SONATI - Nükhet Eren


Replika Yayınları
Temmuz 2013-
1. Baskı

  Sınavlar, kızımın ergen halleri ve en önemlisi de sevgili ülkemin bitmeyen travmaları ile geçen günlerde yazmaya epey ara vermişim. Şimdi, bunaltan gündemin dışına çıkmak, elimde biriken kitapları hızlı hızlı yazmak istiyorum.
 
  Aslında aylar önce okuduğum İstanbul Sonatı’nın yazarı Nükhet benim üniversiteden sınıf arkadaşım. Üniversiteden sonra özel sektörde çalıştı ve emekliliğinden sonra da kendini yazmaya verdi. Önce Saflık Örtüsü adlı öykü kitabını yayımladı. İstanbul Sonatı onun ilk romanı. Bir de Mayıs Falı adlı şiir kitabı var.
 
  Kitabın başkahramanı Hüma boşanmış, çalışan bir kadındır. İstanbul’un -aslında Kadıköy demek daha doğru olacak- cadde, sokak, kahve, vapurlarında dolaşırken bazen geri dönüşlerle, bazen şimdiki zamanda kendisini anlatır bize Hüma; yaşamını, duygularını, düşüncelerini, arzularını, bir kadın olarak toplumla sıkıntılarını. Kadıköy, Hüma’ya mükemmel bir fon oluşturur bu gezintileri sırasında. Kadın olma halleri, Kadıköy, müzik okuyana keyif veren bir armoni ile harmanlanır kitapta. Bunun yanı sıra Nükhet gelecek kuşaklar için güzel bir belge de oluşturmaktadır bu roman ile. Tıpkı Safiye Erol’un 1930'lu yıllardaki Kadıköy’ü fon yaparak anlattığı Kadıköyü’nün Romanı’ndaki gibi  İstanbul Sonatı da bugünkü Kadıköy’ü önümüzdeki yıllara taşımaktadır. 'Kadıköyü'nün Romanı'nı da bir sonraki yazımda anlatacağım.

 


Nükhet Eren, kitabının tanıtım toplantısında.
Aralık 2013
 
Kitabın zaman zaman dolaylı, dikkatli okumanız gereken metaforlar, sembollerle dolu bir anlatımı var. Kitap boyunca Hüma’yı takip eden Göz okuduğunuz sürece sizi de düşündürür. Hüma’nın oğlunun adının Fatih, eski  kocasının adının Murat olması Fatih Sultan Mehmet’e göndermedir. Ben bu tip anlatımdan çok hoşlanmamama rağmen İstanbul Sonatı’nı severek okudum. Kitabın tanıtım toplantısı Kadıköy’de bir kafede yapıldı ve orada neden böyle bir anlatımı seçtiği sorusu Nükhet’e de yönlendirildi. Nükhet ‘bu soruya ünlü bir yazarın bir sözüyle yanıt vereceğim’ dedi ve ekledi: ‘William Faulkner der ki; ben onları yazarken hiçte kolay yazmıyorum, okuyanlar da uğraşsın biraz.’
 
   ‘Ali uzağa gidecekti… İkinci kemanların ikinci sırasındaki Hüma, yayıyla tellere dokundu: La’nın eli, kemanın kıvrımları üzerinde ağır tempoyla gezinmeye, sırtındaki hafif kızıl bombelikte canlı ve çabuk vuruşlar yapmaya başlamış, mi’nin dili ilk teli kendine doğru çekerek ağır ancak gösterişli dokunmalara devam etmiş, si dudaklar kemanın sapı üzerinde duygulu ateşler bırakmıştı. Sıcaklığın şiddetiyle üçüncü tele sıçrayıp  sevimli çabukluktaki öpüşleri sonsuzluğun sayısı kadar tekrarlamış, sapın ucunda tellerin çıktığı, temiz akort için ellerin üzerinden ayrılmadığı tahta salyangozları kokladığında, do minör burun dünyanın bütün manolya kokularını yumuşak bir ninni söyler gibi içine çekmişti. Fa majör kolları ile bütün gövdeyi ölçülü bir telaşla kundaklayıp içdenizlerinde uzun ve mavi yolculuklara çıkarmış, alımlı iki göz ise tınıların, tonların, ezgilerin kuştüyü yatağına kendilerini gömerek ölçünün, dizinin, notanın, armoninin olmadığı yerin insanlarını düşlerinden kovalamışlardı. Narin iki damla gözyaşı, kirpiğin ucuna asılı kalmış, zamanı bekliyordu.’ 

  Okurken uğraşıp, keşfetmeyi sevenler için güzel bir deneyim!

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder