30 Nisan 2014 Çarşamba

YÜZYILLIK YALNIZLIK - Gabriel Garcia Marquez


Can Yayınları-1996
 13. Basım
Çev: Seçkin Selvi
   Geçen hafta ilk facebookta gördüm Gabo’nun vefat haberini.  Ağzımdan bir ‘ah’ dökülüverdi; binlerce mil öteden bir ölüm haberinin yüreğinizi acıtıvermesi ne garip! Kaç yıl önce okuduğumu hatırlamıyorum ama okuduğunuz romanları sıralayın deseler sanki birinciliği ona verirmişim gibi geliyor! O kadar etkilenmiştim.
 
  Gerçekliğin Düşsel Büyücüsü Marquez kendi ailesinden, çocukluğundan, köyünden yola çıkarak yazdı, ‘Soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer,’ dediği ailenin kuşaklar boyu süren öyküsünü. Burada kitabı anlatmak istemiyorum, anlatılmaz yaşanır pardon okunur denen kitaplardan, öylesine iz bırakıyor.
 
  Aslen Kolombiyalı olan Marquez son yolculuğuna Meksika’dan uğurlandı; sarı güller ve sarı kelebekler eşliğinde. Sarı gülleri çok seviyordu ve uğur sayıyordu.Sarı kelebekler ise, Yüzyıllık Yalnızlık’a göndermeydi. Tutkuydu, aşktı…
  ‘Yine o sıralarda Meme, ne zaman sarı kelebekler görse, ardından Mauricio Babilonia’yı gördüğünü fark etti. Daha önceleri, bir keresinde garajın üzerinde bir yığın sarı kelebek uçtuğunu görünce, bunların boya kokusuna geldiklerini sanmıştı. Bir keresinde de sinemaya gireceği sırada başının üzerinde sarı kelebekler uçuşmuştu. Ama Mauricio Babilonia, kalabalığın içinde yalnızca Meme’nin seçebileceği biçimde kendini gölge gibi izlemeye başladığı zaman, Meme sarı kelebeklerin delikanlıyla ilintili olduğunu anladı. Meme nereye gitse Mauricio Babilonia da oraya geliyordu. Konserlerde, sinemalarda, kilisede  Mauricio Babilonia mutlak kalabalığın arasında bir yerde oluyor ve Meme onu görmeden de nerede olduğunu anlayabiliyordu, çünkü delikanlı neredeyse kelebekler de oradan eksik olmuyordu.’
……..
 ‘O gece Mauricio Babilonia, son birkaç aydır süregeldiği gibi akreplerin ve kelebeklerin arasında her gece sevgiyle ürpererek, çırılçıplak kendisini bekleyen Meme’nin yanına girebilmek için banyonun kiremitlerini sökerken, nöbetçi onu vurdu. Belkemiğine saplanan kurşun, onu ömür boyu yatağa bağladı. İyice yaşlandıktan sonra, hiç sesini çıkarmadan, hiç sızlanmadan, sevgisine bir an bile ihanet etmeden, anıların acısı ve bir an rahat vermeyen sarı kelebekler arasında tek başına öldü. Herkes onu bir tavuk hırsızı olarak tanımış ve toplumun dışına itilmişti.’
 
  Tarihe olan tutkunluğum beni kendi ailem hakkında da detaylı araştırmalara itmişti. Gerek yaşlılarla konuşarak, gerek belgelere ulaşmaya çalışarak yaptığım çalışmaları küçük erkek kardeşime de peyderpey aktarmıştım. Bir gün konuşurken  ‘abla, bu yüzyıllık yalnızlık gibi bir hikaye’ dedi ki ben de aynısını hissetmiştim. Sanırım, hepimiz arkamızda böyle bir öykü taşıyoruz, ancak onu en büyülü şekilde Gabo anlattı sanki!
 
  Sarı gül ve kelebekleri içinde ışıklar içinde uyuması dileklerimle!


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder