Doğan Kitap Baskı Yılı: 2003 2. Basım 2003 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü |
2009 yılında beni
iki ay yatağa bağlayan bir ameliyat geçirmiştim. Yapabileceğim iki şey vardı. Kitap okumak ve televizyon seyretmek. Televizyonla başım çok hoş
olmadığı için bunu film seyretmeye çevirdim. Bu iki ayın benim için kitaplığımda alınmış
ama daha okunmamış , yine alınmış ama henüz seyredilmemiş filmler için iyi bir
fırsat olduğunu düşünmüştüm. Filmler için öyle oldu da kitaplar için pek öyle
oldu denemez. Nedeni de konumuz olan bu kitap işte. Selim İleri benim pek sevdiğim
yazarlardan biridir. Kitaplıktan onun bir zamanlar yazarın kendisine bir imza
gününde imzalattığım ‘Uzak, hep Uzak’ adlı denemeler kitabını çektiğimi hatırlıyorum. Kitabı
imzalatmışım ama aldığım tarihi kaydetmemiştim. 2003 baskısı olduğuna göre o
tarihlerde bir zaman olmalıydı. Kitabı bir solukta okuduktan sonra sürünerek bilgisayarın
başına geçtim ve okurken yaptığım
listeden tam on dört kitap sipariş ettim. Olan kitaplıktaki okunmamışlara oldu.
İleri’nin denemelerinde
kimler , neler yok ki! Benim burada bir dünya anlatacağım bir kitabı bir
ressamın tuvaline fırça darbelerini vurur gibi birkaç cümle darbesi ile anlatıyor ve insanda ‘neden okumamışım ki
‘ duygusunu uyandırıyor. İçinde okuduklarımdan, hemen okumalıyımlara , adlarını
ilk defa duyduklarıma (Kadıköyü'nün Romanı- Safiye Erol, Zavallı Necdet- Saffet
Nezihi) kadar bir yığın dünya. Bir yerde
okumuştum, İleri’den edebiyat arkeologu diye söz ediyordu . Hakikaten de öyle.
Yazar, sonra roman adlarının üzerinden geçiyor, romanlardaki dans sahnelerini geziyor,
sonra romanlardaki adları irdeliyor, Nilgün’ler, Feride’ler, Nalan’lar. Tahmin
edileceği gibi nostaljik geziler bunlar. Geri gelemeyecek şeylerin hüznünü
fazlasıyla duyarak, bazen bir sızı, bazen bir gülümseme, bazen unuttuğunuz bir
şeyi anımsama olarak satırlarda geziniyorsunuz.
‘Bir zamanlar yaz yolculuklarına çıkarken
Akdeniz’e doğru birçok masum köy kahvesinin tabelasında Dallas adını ürpererek
okumuştum. İlk belirtilerdi: Şiir, hülya, romantizm, duyarlık, yerli dünyanın
kendine özgü renkleri bizden el ayak çekiyordu.
Artık kimsenin adı
Çalıkuşu Feride ya da hıçkırıklı bir Kenan olmayacaktı. Takma adlar dolaşıyordu
ortalıkta: Divinia, İsaura, Ceyar… Günümüzde o karanlık tam bir saltanat kurdu.
Adı ülkülerle
donanmış bir Türk kızına bağlılığı dile getiren, adları Feride olan annelerle
büyümüş bizler, bugünün değerler skalasını kavramaktan elbette çok uzağız. Ne
yazılar çiziler, ne konuşmalar, ne öne çıkartılan kişiler, hiçbiri bizi umutlu
kılmıyor. Tam tersine, derin bir yalnızlık içinde, bizi kuşatan bayağılıklara
bakakalıyoruz.
Bazı dostlarım
günceli çok az yazdığımdan yakınıyorlar.
Roman adlarının,
romanlardaki adların güzelliğini yazmaya çalışmak, sadece nostaljinin peşinde
koşmak mıdır?'
Derken radyo
anıları…
'Radyo anılarımın bir bölümünü Gramofon Hala Çalıyor’da
yazmıştım. Demin okudum. Evlerimizin, o kira evlerimizin demirbaş
radyolarını anlatmak istemişim. Şimdi okuyunca tuhaf oldum. Çocukluğun
umutlarla dolu, henüz kırılmamış, henüz kavrulmamış günleri. Onların geri
gelmeyeceğini biliyorum. Radyoda dinlediğim güzelliklerin bittiğini biliyorum.
Başka güzellikler de olabileceğini biliyorum. Fakat hep bir sıtmadayım.'
Sonra
filmler. Siyah beyaz televizyon zamanında hatırlıyorum, ‘hep eski filmler
gösteriliyor' diye şikayet ederdik. İyi ki göstermişler. Kazablanca’yı, Gilda’yı,
Şarlo’yu, Belgin Doruk’ları öyle tanımadık mı? İşte onların arasında geziniyor
İleri.
'Her ‘halk sanatı’ önünde sonunda daha
aydınca bir sanat düzlemine yol alır. Öte yandan daha aydınca sanatın,
kendisini var eden halk sanatını küçümsediği görülmemiştir. Bizim sinemamız,
biraz da edebiyatımız dışında tabii.
Edebiyatımız onca
okur yetiştirmiş Güzide Sabri’yi, Esat Mahmut’u, Kerime Nadir’i yadsıyarak boş
yere böbürlenmiş, bugünün medyatik ambalajlı kof edebiyatına usul usul
sürüklenmiştir. Koşutunda, Türk sineması o duyarlı dünyasını, Yeşilçam üslubunu
hor göre göre yitirdi.
Öylesine bir
horgörüydü ki bu , doğrudan doğruya Yeşilçam sinemasının kişilerinden bile
yankıdı:
……………
Reklamlardan şarkı
görüntülemelerine, televizyonda ne seyredersem seyredeyim, hangi ülkede
yaşadığımızı düşünüyorum. Sonra haberler çıkageliyor, asıl ülke bütün acısını
söylüyor.
Hangi sanat
yeşerdiği toprağı böylesine görmezden gelebilir?
Böylesi bir tutum
sanatın inceliği ve enginliğiyle bağdaştırılabilir mi?'
En sonda ‘Benim
Yazarım’ diye bir bölüm. Adını duyduğum
ama hiç okumadığım bir yazar. Abdülhak Şinasi Hisar. İnşallah onu da anlatacağım.
İleri’nin denemeleri,
kitap, film , yazar ,radyo dünyasında unutulanları hatırlamak, bilinmeyenleri
keşfetmek için birebir. Tabii kendisinin o duyarlı yorumları kitabı çok
daha keyifli kılıyor.
Selim İleri 2003 de yazmış, "uzak hep uzak" diye, yıl 2013 artık maalesef "kayıp hep kayıp" haline geldik..Çünkü geçmişimizi giderek kaybediyoruz.ve unutuyoruz..İşte eski dostların biraraya gelip/ya da birbirini düşünüp ,yazmaları,konuşmaları ile birşeyleri yaşatmaya çalışıyoruz..Ellerine ,emeklerine,yüreğine sağlık eski dostum..
YanıtlaSilTeşekkürler sevgili eski dost Filiz.
YanıtlaSil