10 Haziran 2012 Pazar

İMKANSIZIN ŞARKISI-Haruki Murakami

Doğan Kitap.Basım Yılı:Kasım 2010-Beşinci Baskı
Çeviren:Nihal Önol

  ‘İmkansızın Şarkısı’ bu sene okuduğum kitaplardan. Tam, ‘Genç Werther’in Acıları’nı bana göre oldukça uzun bir süreçte bitirmiş, gene bir iki kitap almak için Rüyam’a uğramıştım. Oturup çay içerken nereden hatırlamıyorum,konu İmkansızın Şarkısı’na geldi.Kitaplığımda  olduğunu,ününü bildiğimi ama henüz okumadığımı söyledim.‘Çok güzeldir’ dedi.

  Eve geldim, yaptığım çalışmalar için okumam gereken kitaplar var, ama İmkansızın Şarkısı’nı çektim kitaplıktan ve okumaya başladım.

  Murakami bir Japon. Daha evvel okuduğum tek Japon kitabı Okakura Kakuzo’nun 1905 yılında yazdığı ‘Çay Kitabı’ydı.Yani bu ilk Japon romanım. Ancak, kitabı bitirdikten sonra bir şey farkettim ki çok derinde bir yerde her ikisinde de neredeyse aynı koku var. Buna Japon kokusu mu desem?

  İlk sayfalar ağır ilerliyor, tam Werther’in intiharından yeni çıkmışım, o da ne, intihar eden edene. İntihar benim zor kavradığım bir şey. Çok çaresiz, çok acı çekilen ya da akıl hastalıkları durumunda bir nebze anlayabiliyorum ama kalanlarında zorlanıyorum. Japonların onur intiharlarını saygıyla karşılayabilirim ama gene de onaylayamıyorum. Sanki derinliklerimde bir yerde bir ses bunun nedeninin dinsel olduğunu söylüyor. Lisedeki aydın din hocamın intihar hakkında söyledikleri aklımdan geçiyor nedense.

  Kitabın başları o kadar ilgi uyandırmıyor bende.Hatta sıkılıyorum.Derken sıkıntı açılıveriyor ve ilgiyle devam ediyorum.Bütün yaşamı terk edip gitmelere karşın inadına hayatın,müziğin ve yaşamın başlangıcı cinselliğin o muhteşem raksı.’Hatsumi de tanıdığım pek çok kişi gibi,,yaşamının belli bir eşiğine vardığında ,birdenbire onu yarıda kesmeye karar verdi.’ Yaşam yolculuğunu kendi eliyle yarıda kesenleri nasıl hissettiriyor. Fonda Japonya’daki 68 gençlik hareketleri var. Bu tarihlerde üniversite öğrencisi olan Vatanebe içine kapanık, az konuşan bir kişiliktir. Geçmişte yakın lise arkadaşı Kizuki ve onun kız arkadaşı Naoko ile birlikte gezerlerken Kizuki’nin nedensiz intiharı her şeyi allak bullak etmiştir.Vatanebe Naoko’yu sever. Naoko da onu sever mi yoksa Kizuki hep arada mıdır? Naoko tam öyle olmasa da akıl hastanesivari bir yere yatar. Yaşama tutunabilecek midir?Vatanebe’nin yaşamına Midori girer. Midori her şeye karşın hayattır. Hayat verebilecek midir?
Sonlara doğru bedenimin etrafını gittikçe aklığı yoğunlaşan dağınık bir beyaz bulutun sardığı hissine kapılıyorum. Daralıyorum. Reiko’nun yarım kalmış öyküyü bitirmesi ile artık Vatanebe’nin neyi seçeceğini tahmin edebiliyorsunuz. Bulut azıcık dağılıyor ve sadece son iki satırda –Tanrım bu yazarlar bunu nasıl başarıyorlar-karın altından fırlayan Kardelen gibi yaşam fışkırıveriyor ve ohh beeee.

  Kitap boyunca müzik size eşlik ediyor. Benim gibi kulağı zayıf olanların işi zor. Ancak,müzik kulağı güçlü ya da daha iyi dinleyiciler okurken müziği de hatırladıklarında kitabın etkisinin tavan yapacağını düşünüyorum.Acaba kitabı okurken rastladığın müziği yanına alacağın bir bilgisayardan indirerek tekrar okumak nasıl bir fikir olurdu?Okuduğum kitaplar arasında müzikle muazzam ilişkisini hissettirenler artıyor. Bunun için ayrı bir yazı yazılabilir.

  İmkansızın Şarkısı’na dönersek,Midori’nin bir konuşmasından alıntılıyorum.

  ‘Aile ziyarete geldiğinde de burada birlikte yenir.O zaman herkes yemeğinin neredeyse yarısını tabağında bırakır,tıpkı senin gibi.Ve ben de her şeyi iştahla yediğim için ,onlar lokma yutamayacak derecede üzgünken beni böyle iştahlı görünce şaşarlar.Ama hastaya bakan, benim.Güldürmesinler beni! Ötekiler ara sıra bir kez,acınmak için gelmekle yetinirler.Ama ona ihtiyacını gördüren ,balgamını toplayan,onu yıkayan,benim.Tüm bunların yapılması için acınmak yeterli olsaydı sen de bilirsin ki bunu ilk yapacak ben olurdum.Onlarsa tutar,kınayan bir tavırla, benim iştahla yemek yiyişimi seyreder ve sağlığımın yerinde olmasına şaşarlar.Beni kuşkusuz araba çeken bir tür eşek sanırlar.Bir türlü anlayamam neden ,belirli bir yaşa geldikleri halde tüm bu insanlar dünyanın gerçekliğini daha iyi anlamazlar.İnsan aşağı yukarı her istediğini söyleyebilir.Önemli olan sorun çorbada, tuzunun olmasını istiyor mu ,istemiyor mu.Benim de kırıldığım olur,biliyor musun.Benim de içimden ağlamak geldiği olur.Biraz kendini benim yerime koymayı dene,doktorların onun kafasını açtıklarını görmeye nasıl katlanılır;bir daha,bir daha açtıklarını,hem de artık umut kalmadıklarını bildikleri halde,aklını kaçırmak işten bile değil değil mi?......’

  Ne kadar çok insan bunu yapıyor değil mi?Çorbaya tuz katmadan sadece konuşmak ya da seyretmek.

  Bu kitabı okumalı insan,çok güzel….

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder